April 24, 2006
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ
BASIN AÇIKLAMASI
24 Nisan 2006
Bugün, 24 Nisan, bütün dünyada Ermeni Soykırımı’nı simgeleyen tarih olarak kabul ediliyor. Ancak 24 Nisan Türkiye’de bir tabunun tarihi. Devletin bütün olanakları bugünün anlamını inkâr etmeye seferber edilmiş durumda.
Diplomatik platformlarda resmi ağızlar ve yandaşları, yaşananların büyük bir trajedi olduğunu kabul ettiklerini, yalnızca “soykırım” sözcüğüne karşı çıktıklarını iddia ederler. Bu doğru değildir. Her yerde, her vesileyle söylenen, yalnızca soykırımın değil, yaşanan büyük acının da inkârıdır, soykırıma gerekçeler ileri sürmektir, yapılanı haklı çıkarmaktır.
Daha geçen ay, Istanbul Üniversitesi’nde düzenlenen konferansta devletin resmi tezleri bir kez daha resmi geçit yaptı. Her biri, bu memleketin Ermeni yurttaşlarını rencide edecek, aile büyüklerinin anılarına saygısızlık oluşturan cümleler kürsüden yüksek sesle ifade edildi. Bilim adına yalanlar söylendi. “Ermeniler efendilerini satmışlardır", "tehcir bir kriz yönetimi şeklidir", "tehcirden ölenler gripten ölenler kadardır", "Türkler kadar asil millet dünyada yoktur; böyle bir milletin soykırım yapması mümkün değildir" denildi. “Ermenilerin hep efendileri olmuştur. Ermeniler tarihte efendilerini hep satmışlardır” diye bilimde, sanatta, edebiyatta çağının en ileri halklarından biri olan bütün bir halk aşağılandı.
Soykırımın inkârı, soykırımın sürekli kılınmasıdır, soykırımın parçasıdır. Soykırımın inkârı bir insan hakları ihlalidir. Çünkü politik tercihine bakmadan her meslekten, her yaştan, her sınıftan, kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk, kundaktaki bebek demeden salt Ermeni oldukları için etnik temizliğe tabi tutulan bir halkın özgürce yas tutmasını engellemektir, ölülere saygısızlıktır. Ama belki de en önemlisi “bir daha asla” taahhüdünde bulunmamaktır.
Nitekim İttihat Terakki’den bu yana Türkiye, bir arada yaşama, demokrasi, insan hakları, sivilleşme alanında bugün bir arpa yol bile gidememiş durumdadır. Sorunların çözümü o zaman da imha ve inkârdı, bugün de imha ve inkâr. Soruların cevabı o zaman da namlunun ucundaydı, şimdi de. Yakılan boşaltılan köyler, büyük nüfus hareketleri, zorla yer değiştirmeler, aynı toplum mühendisliği anlayışının sonuçları. Ermenilerin anayurdunda 1915’ten sonra da hep kan aktı. Faili meçhuller, gözaltında kayıplar, tecavüz edilen kadınlar, toplu gözaltılar, toplu kayıplar soykırımdan pişmanlık duyma kültürüne sahip olmayan bir devlet geleneğinin doğal refleksleriydi. Askere soru sormaya kalkan savcının meslekten men edilmesi, “orduya dil uzatanın dili koparılır, el uzatanan eli kırılır” tehdidinin hayata geçirilmesidir. Cumhuriyet öncesinden bu yana yaşanmakta olan ve büyük kayıplara mal olan Kürt sorununda bugün, hâlâ çareyi 250 bin kişilik orduyla yığınak yapmada bulan zihniyet, silahtan başka çözüm yolu bilmeyen yönetim anlayışının devamıdır.
Türkiye İttihat ve Terakki’den günümüze kadar gelen devlet anlayışının sürekliliğe bir son vermeden demokrasi yolunda bir adım ilerleyemeyecektir. Soykırım kurbanlarının anısı önünde saygıyla eğilindiği, çocuklarının torunlarının acılarının paylaşıldığı, suçun kabul edildiği bir ortam yaratılmadan insan hakları ihlalleri son bulmayacaktır. Kürtleri isyan ettiren, isyanı kanla bastıran kısır döngü kırılmayacaktır.
İnsan hakları savunucuları olarak bizler, soykırımın 91. yılında Türkiye’deki ve dünyanın her yerindeki Ermenilere buradan sesleniyor ve diyoruz ki, acınızı paylaşıyor, kayıplarınızın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz, çünkü onlar bizim de kayıplarımız. Burada verdiğimiz insan hakları mücadelesi, aynı zamanda ortak kayıplarımızın için tuttuğumuz yas, anıları önünde saygı duruşumuzdur.